26 Eki 2011

Calexico - Inspiracion






.

YILDIZ MADALYALI MEKTUPLAR / Lale Müldür




pol ve virginie:
yıldız madalyalı mektuplar

seni gerçekten hiç merak eden yok mu
yok zaten etrafıma bir duvar ördüğümü
betonlaştığımı söylüyorlar
kimseyi dinlemiyormuşum
benimle diyalog imkansızmış
peki sizinle gerçekten ama gerçekten
ilgilenen yoksa siz ne yapardınız?
çocukken anjelik, özgürlüğün yolları
gazap üzümleri  şarkıcı josefine ya da
fare ulusu gibi kitapları okurduk

yanımıza bir tabak erik ve kiraz alıp
kardeşimle ben
babamın kitaplarıyla başladık işe
ben en çok savaş ve barış’a çarpılmıştım
okul çantamın içinden gizli gizli 9, 10 defa okudum
ben teksas’ı tommiks’e tercih ederdim
konyakçı hep aklımı karıştırırdı
donald ve varyemez’den en çok küçük yeğenlerini
ama hayır böyle yazmak istemiyorum
şey–daha çok başka birşey daha çok başka birşey
yazmak istiyorum
şöyle başlasam:
herhangi bir sonbahar günü...
herhangi bir sarılık...
kurumuş yaprakların üstünde yürüyoruz...
bir kağıt denizinin üstünde ilerler gibi...
benim adım virginie... seninki pol...

...
1. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol,
Birkaç günden beri dışarı çıkmadım
Sana yazdığım birkaç mektubu attım
çünkü kayısı tarlalarından söz etmiyordu.
Bahçeye sonbahar gelmiş olmalı.
Bu mektubun sonbahar renklerinde
olmasını istiyorum.
Bizi aynaların arkasından gözetliyorlar Pol.
Gerçek ve uzun sevgi insanları korkutuyor Pol.
Van Gogh'un sarılarıyla Arles'daki yaz
manzaralarının arasında yakın bir ilişki
var gibi bunu anlıyor musun Pol?
Yani onun Arles'a gitmesi zorunluydu.
Son olarak kargaları çizmesi de anlamlı.
Bunun gibi bizim birbirimizden bunca uzak
tutuluşumuzun da bir anlamı var.
Serada eğik camların üstünden kayıp giden
yağmur damlacıkları gibi bir duygu.
Limon ağaçlarının arkasında seni düşünüyorum.
Tavanda birkaç güvercin yuva yapmış.
Böyle anlarda karşıda
ufukta bir yelkenli
senin yelkenlin belirir gibi oluyor.

***

2. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Bugün bütün gün bizi bir albatros takip etti.
Albatros uzaktan beri bütün denizcileri etkiler.
Onlar hiçbir çaba sarfetmeden uçuyor gibidirler.
...
Şimdi bilimadamları fark etti ki ALBATROS
saatte 80 kilometreye yaklaşarak
tahminlerin 7 kat üstünde bir alanı kuşatır.
Artık albatrosları bile uydu aracılığıyla
takip ediyorlar Virginie. Her şeyi ölçüp biçiyorlar aşkları bile.
bugün bir denizci seyir defterine
şunları incilden yazdı
“muhakkak ki, hiç tartışmasız kabul
edilmesi gerekir ki, albatros’un
bütün performansları onu yaratan’a
adanan bir methiyedir...”

***

3. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol,
Dün gece kayısı abajurun ışığında
defterime şunları not ettim
çünkü aşkımız kayısı renginde bir şey
ve bütün bunları düşündüğüm zaman
odaya altınsı bir ışık doluyor ...bütün inananların kalbine
görünmez bir biçimde şırınga
edilen o huzur ve kuvveti getiren
böylesi bir ışık mıdır diye düşünürken
o kadar dalmışım ki
masamın üzerine bırakılan
bir bardak sütü fark etmemişim bile.
her neyse sana olan aşkımın
bende yankılandırdığı o yüce duygulanımlara
en yaklaşan şeyler olduğu için, işte, dün gece
defterime kur’an dan esinlenerek yazdığım cümleler:
...maddi varlıklar dünyasının son bulup gayb
aleminin başladığı nokatada rabbin meleği
belirdi. şeffaf kanatlarıyla. çok güçlü biri
ve güzel görünümlü ve doğruldu o en yüksek
ufukta iken. bir başka inişini de gördü onun
allah’tan gelen söz yüküyle. ve vahyedildi
vahyedilecek olan. son yağmurlar vaktinde
sarı yağmur sağanaklarıyla birlikte
rabbin meleği belirdi. şeffaf kanatlarıyla.
çok güçlü biri ve güzel görünümlü ve
doğruldu o en yüksek ufukta iken.
kayısı renginde ince bir şerit takip
ediyordu onu-olacak olanın oldurulması için...

Aşkımız Pol, yani tarçın...
Biz ormandan, nehirden, tarçın kokulu kıyılardan
olan biz... evlerinin sağlam olduğuna inanan
sizsiniz. Hiçbir zaman susmamak için, hiçbir
zaman susmamak için. Ve biz, biz izlerimizi siliyoruz.
Sonsuza dek........................................

***

4. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
'Her yerde su, su, su ama içecek tek damla yok.'
...
"Dün ikindi vakti Sır birden zamanını vurdu
ve bana dedi ki;
unuttun ve aştın aradığını,
ne mutlu ne yazık sana,
ne mutlu ne yazık sana,
artık dokunduğun her yerden sır çıkacak."

***

5. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Denizciler çok ilginç. ama beni
mikroskopik dünyanın kuantum tekinsizliği
daha çok ilgilendiriyor.
...
'Soft error'lara bir başka örnek,
bir çocuğun ana rahmine düşüşü anında
DNA moleküllerinin rasgele birleşimidir,
bu olayda kimyasal bağın kuantum özelliklerinin
rolü vardır. Tamamen önceden kestirilemez olan
atomik olaylar yaşamımızı etkiler.

***

6. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Kuantum tekinsizliği notların için
sana bir Kızılderili selamı gönderiyorum:
"Sen ve ben
Hep birlikte
Ve hep yanızız."
...
Şimdilerde en çok konuşulan şey şu:
deniz de bizim fotoğraflarımızı çekiyor mudur?
Eğer öyleyse benim fotoğrafımın yanına
pastel bir hayat düşüyor olmalıdır Virginie.
Bu pastel hayat bütün denizcileri tüm kadınlardan
ve hayattan bunca uzak denize çeken şey olmalıdır.
Burada anne yok...kız kardeş yok...
Virginie burada yok...
toplayışı başkalarına bırakıyorum...
bırak korksunlar... derin uykularında...
olacağım... beni hiç terk etme...

***

7. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Makroskopik tekinsizlikler senin kafanı
karıştırmış olmalı.
Maraz! Hiç tatmin olmayacak mısın sen?

***

8. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Sabah gemi Doğu tepelerine doğru
hareketsiz duruyordu.
Sen çok özelsin Virginie...
Ben serserinin tekiyim...
...
Duman mavisi bir kumaş üzerine sulusepken kar yağdı.
Seni düşündüm. Seninle geçireceğimiz ilk kar günlerini.
Böyle günler için kendine duman mavisi bir palto bak.

***

9. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Sonuç olarak her güzel söz
doğanın yanında hafif kalıyor.
Evet yaratıcı olduğumu ispat
etmek zorunda değilim.
Elyazım giderek seninkine
benzemeye başladı.
...
Bahçeye çıktım. Frambuazlar
frambuazlar olmuş.
Yolculuğun bende solgun bir
yürek bıraktı Pol.
İçinde 'e' olan aylar bana dayanılmaz geliyor.
Kızıl bir yıldız ya da
elsiz koşan bir adam gibi geliyor bana umut...
Sana söyleyeceğim sözler...onları biliyorsun
ama ne önemi var...gece gelecek...
yel değirmenlerinden başka
bir şey kalmayacak havada...

***

10. Mektup (Pol'den Virginie'ye)


sevgili Virginie

gençliğindeki tazliğini,
gelinliğindeki sevgini, adada,
ekilmemiş diyarda nasıl ardımca
yürüdüğünü senin için andım.
boşluk ardınca gitmeni ve boşluk olmanı.
fakat ben dedim: boş şey hayır, çünkü
yabancıları sevdim ve onların ardınca gideceğim.
demin mazlar geldi bana gördüğü bir rüyetten bahsetti.
bana rüyeti görmemiş de kutsal kitaptan aktarmış gibi
geldi ama onun sözcükleriyle anlatayım:
“başlangıçta bana görünen rüyetten sonra, bana mazlar’a
bir rüyet göründü. ve vaki oldu ki, ben, mazlar, bu rüyeti
görünce, onu anlayayım diye araştırdım; işte karşımda
biri durdu, sanki bir insan görünüşü: bir eli ışıktandı
ve sonra dünyanın yaradılışındaki gibi ışık patlamaları
oldu. ve durduğum yere yakın geldi, ve o
gelince ben yıkıldım, ve yüzüstü düştüm ve bana dedi:
anla ey adem oğlu; çünkü bu rüyet sonun vaktinden
ötürüdür. ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak
derin uykuya daldım. ve dedi: gördüğün iki boynuzu
olan koç medya ve fars krallarıdır. ve o kıllı ergeç
yunan ili kralıdır. ve kırılmış ve yerine dört boynuz
çıkmış olana gelince, o milletten dört krallık çıkacak.
ve ben mazlar bayıldım, ve günlerce hasta oldum, sonra
kalkıp kaptanın işlerini yaptım ve bu rüyete şaştım,
fakat anlayan yoktu.” mazlar’a dedim ki ona bir şey
açıldı ve bu şey hakikattı ve bu şeyi anladı ve
onun rüyette anlayışı vardı. o günlerde ben, pol,
yas tutuyordum. sanki adam görünüşünde biri bana
dokundu ve dedi: “korkma, ey sen, çok sevilmiş olan adam,
mazlar ve sana selamet, kuvvetlen, evet kuvvetlen.
fakat sen, ey pol, sonun vaktine kadar bu sözleri
sakla, ve kitabı mühürle;birçok adamlar araştıracaklar
ve bilgi çoğalacaktır. bir vakit ve vakitler ve
yarım vakit olacak. “sağ elini ve sol elini göklere
doğru kaldırıp ebediyen hay olanın hakkı için and etti:
ve ben işittim, fakat anlamadım ve dedim: efendim,
bunun en sonu ne olacak? ve dedi: git, pol, çünkü sonun
vaktine kadar bu sözler saklıdır ve mühürlüdür.
birçoğu kendilerini temizleyecekler ve eve elektrik
verilecek ve evsahibinin içi temizlenecek fakat
birçoğu sürçüp gidecek ve bulunmayacak. fakat kötüler
kötülük edecekler ve kötülerden hiçbiri anlamayacak
fakat anlayışlı olanlar anlayacaklar. fakat sen,
sen oluncaya kadar git; çünkü rahata varacaksın ve
günlerin sonunda kendi nasibine kalkacaksın.

mazlar çok enterasan bir adam virginie,
sanki boşlukla yürüyor ve boşlukla geliyor.
onun için bir saksı menekşe yetiştirmek isterdim.
sabahları o üzerine hohlasın diye.
biliyorum çünkü derin bir nefes var onda
ve o da solitaire oyunu oynuyor hayatla.
isa diyor ki kapının önünde duran çok kişi var
ama yalnızca yalnızlar evlilik yerine girecek.
yalnızca yalnızlık oynayışı değil ama yalnızca
derin menekşe nefesi yalnızca içindeki o engin
çağrı değil ama yalnızca o büyük haydutların
yüce işleri...

***

11. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Bilmek istiyorsun Pol niçin her şeyin benim ilgimi
çekebileceğini. Lütfen beni 'her yüksek tepede ve
her yeşil ağacın altında fahişelik yapanlara'
benzetme Pol. Mevsimlerin sayısı dörtse, denizin
altında karanlık tanrılar varsa, adada beni erdemli
yolumdan geri çevirebilecek insanlar yoksa, her
görüştüğüm insandan sonra hastalanıyorsam, benim
aşkım uğruna döğüşen hiç kimse yoksa, Selene'den
Diana'ya, Diana'dan Artemis'e kadar değişerek
dalgalanarak akıp gidiyorsam, gereksiz telefon
konuşmaları sinirini bozmayacaksa, benimle 10
yıllık ahit kesen aşıklarım seni tasalandırmıyorsa
bana verdiğin Kleopatra bileziğini her gün
takmamaya özen gösteriyorsam, denize siyah
giysilerimle girip siyah bir kuğu gibi yüzüyorsam,
kafamı erken imparatoriçeler gibi siyah bir tülle
örtmek istiyorsam, su kenarında buluşan küçük
erden kızlar hafif nörotik gülüşlerle
Leopardi okuyarak benim için sazlardan ve
defnelerden bir taç örüyorlarsa, seni unutmak için
Trakl gibi ormanlarda amonyak koklayıp kendimden
geçmeyi deniyorsam, saçımı portakal rengi yapıp
kenarlardan örüyorsam, görünmez balıkçılımla
dolaşıp kışın ona siyah bir yün kazak örmeyi
düşünüyorsam, belirli saatlerde emredildiği üzere
kafamı kutsal eğik bir çizgi üzre toprağın üzerine
düşürüyorsam, halıları ve L şeklindeki divanları
sokağa dışarı taşan sade bir çadırda oturmak
istiyorsam, kafamı geceleri o çadırdaki ak
yastıkların üzerine düşürdüğümde,
burası Capri ve sen Kayzer,
işte ak yastığın üzerinde bir baş,
benim başım...
Ağlama benim için Antartika,
buzun üstünde yalnız bir ispinoz
yavrusunu yitirmiş...

***

12. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Bizim tutulabilir her şeyin üzerinde seyreden
sevgimiz her şeye yetmeyebilir diye korkuyorum
bazen Virginie. Genellikle geceleri.
Herkes uyuduğunda. Bütün lombozlardan çivit
rengi gökyüzü ve hilal göründüğünde.
Gemiciler romantik düşlere yattığında.
Güverteden Konyakçılar bile elini ayağını
çektiğinde. Kaptan köşküne kar gibi pembe
inciler yağdığında. Yerlerde unutulan
sarı yağmurluklar söndürülen balonlar
gibi ezik ıslak bulundukları yerde kalakaldığında.
Bir adam okyanus çizgisi boyunca
uzun bir kimlik yürüyüşüne çıktığında.
Ginger adını verdiği küçük bir kızı
bulmak üzere kaybolmayı göze alarak
uzun bir yolculuğa çıktığında.
Aklında çevirip durduğu bir şiir:
Annabel Lee... yani hep seni hep
seni düşünüp durduğumda.
Gece mavisi vitraylarda beliren
bir yıldız adası bize yaklaştığında.
Tarçın kokan bütün kıyıları, bütün kıyıları Doğu'nun sakin bir prensi gibi dolaştığımda.
Apoletimde taşıdığım bir yıldız-madalya gibi sen...



Lale Müldür

16 Eki 2011

AYDEDE DÜŞLERİ / Rengin Alacaatlı




..……………………../ aydede düşlerine uzanır gibi yüreğinin okyanusunda, masallarınla büyüt beni…


yeşildi gözlerim ben doğmadan
ağaç kabuğunda harelendim
rengarenk bir anın adıyla
düştüm girdabına gecenin,
valsın ezgilerinde bir düşüm


Çocuk kalbime dokunduğundan beri nicedir, aydede düşlerimin gönüllü tutsağıyım. Günümü aydınlatan, geceme dolan can oldun. Eylül esiyor kıyıdan, ben gülümsüyorum dağlara. Dağların baharatlı rüzgarında kokunu, maviye uzanan haşmetinde yüreğini, bembeyaz karlarında aydınlığını buluyorum. Yüklü başaklar gibiyim, hasat bekliyor seni, bırakma yoksa üşürüm, bırakma yoksa düşerim, yaşama sebebim oldun bırakma. Ellerimi her uzattığımda sıcaklığını duymayı, her döndüğümde kollarına uzanmayı ve gecenin öpüşlerine uyanmayı… Uyandığımda yanımda olacağını bildiğimdendir ki ben seninle büyümeyi seviyorum. Yaşamak buysa eğer şimdi söyle cancağızım, ben yeniden mi doğuyorum…


kışkırtıcı kokusu, eskimiş sokakların
rüzgara kapılan beyaz şifonum
kuytulardan gelen viyana esintisi
bu gece sarhoşum
atmosferinde kadehin
tütün gözler ile
duman sözler çekiyorum
aynı kalp izinde
katran karasına karışıyor nefesler


Körebede ebe olduğumdan beri nicedir, gözlerim kapalı nefessiz içiyorum seni. Bu bakir suların dokunuşuyla arınıyor yüreğim, yaralarım kapanıyor. Bir daha geriye bakmamaya söz verip çapalarımı çekiyor, yaşama adım atıyorum. Mevsim eylül, aylardan doğuş, son baharımın tomurcuklarını büyütüyorum… Şimdi söyle cancağızım, ben neyi bekliyorum...


bulutlara doğru kuşlar eşliğinde
yükseliyoruz valsın kanatlarında
yeryüzü kayarken altımızda
gözlerin gözlerimde
gülümsüyorken bana
saçlarımın kokusunda dokunuş
fısıltımda şiirim
aydede düşlerine uzanır gibi
yüreğinin enginlerinde masalım


Şiirce kapıldığımdan beri sana nicedir, kuzey dağlarının rüzgârlarına karışıyor saçlarım. Şehrin eski sokak aralarında caruso çalıyor duyuyor musun? Tarihi gizleyen taş döşeli meydan kucaklamak için sevdayı dansımızı bekliyor. Dilek çeşmesine bırakırken bizi, bembeyaz şifonlarla uçuşuyor yüreğim, kelebeklerimi salıyorum gökyüzüne. Kollarının arasında, valsın adımlarıyla sarhoş, sadece seni istiyorum. Aklımda sen, ruhumda sözcüklerin, çekinik bir söylemin antresindeyim… Şimdi söyle cancağızım, ben neden böyleyim…


sokulup birbirimize
o eski meydanda
tam da orta yerinde
susturup sözcükleri
yüreğimizin tınısında
aynı kulaklıktan “caruso”
ölümü aklımıza getirmeden
yaşadığımız kadarıyla
en doyumsuza doyarcasına
yaşamı avucumuzda ısıtıp yudumlarken
sımsıkı sarılıp da meydanın orta yerinde
bir tanrının yüreğinden düşer gibi yeryüzüne
seni seviyorum cancağızım dercesine
bir meydanın orta yerinde…


Katıksız tümcelerden dolunay çizip sarılıyoruz gölgesinin vurduğu yerde sevdaya. Sayfaları aşıyor kilometreler, bir dokunuşunla ağlıyor ayrık zamanlar. Düşlerden şatomuzu yaparken sen, gözlerime okuyorsun bin bir geceyi. Yazmalı şimdi yeniden bu masalı, an sen, yaşam sen, aşk sen… Ruhumuzun renkleriyle boyadığımız düşler günahsızdır, aşk akarken nehirlerden. Sen aydede düşlerimin gerçeği şimdi söyle cancağızım, ben seni seviyor muyum?


………………………../ bir hayal dünyasında uzak gecelerin, enginliğin tadını bulurken dudaklarında…


RENGİN ALACAATLI


………………………../ titreyen sesinde kayboluyor zaman, bu kez fısıltıyla oku… Çevirip başımı gökyüzüne bir yıldız tutuyorum en parlağından. Şimdi cancağızım, geceyi koyup yastık altımıza aydede düşlerine dalalım içimizdeki çocukla. Sabah uyandığımızda günaydın canım derken yüreğimizde düşlerimizin rengi olsun.




YÜZÜ YAĞMURA GÖMÜLÜ DÜŞÜM / Şükrü Erbaş




Yüzü Yağmura Gömülü Düşüm

Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor
Akşamın incelen sularına
Susuşun yıkıyor beni en zayıf yerimden
Bilmez miyim içindeki kederi
Yüzü yağmura gömülü düşüm
Böyle buğulu camlarda dalgın
Gözlerin iklimini yitirmiş iki bulut
Bulanıp durur bir uzak rüzgarla
Aykırı mevsimler içinde
Saçların saklar omuzlarındaki yükü...

Dönsen ve öpsem incitmeden
Alının gücenik ülkesini
Benim ömrümsün sen, onurum, geleceğim...
Gitmek hangi acıyı onarır ki
Bilmez misin çare değil üzüntü.


Şükrü Erbaş

MADJO "LEAVING MY HEART"





2 Eki 2011

Suzinak / A.Hicri İzgören





aşksız geçen günleri düşmeli ömürlerden
akşamın buğulu yorğunluğunda
gözlerinin ormanındayım yine
bir suzinak şarkıya kurulmuş bütün saatler
günlerdir peşim sıra susmak bilmiyor
ertelenmiş hüzünler dolaşıyor ayaklarıma
kanatlanıp uçuyor bütün sevinçler

bu şehrin en tenha yeri kalbimdir şimdi
en güzel yeri çiçekçileri
bir demet nergiz aldım sana
getiremedim bugün newroz'du,
oturdum hevalno'yu dinledim
tenimde bir ateş yandı günboyu

biliyorum seni sevmek yeni yalnızlıklardır
uzayıp giden bir çığlık, ince bir sızıdır
yoksa ömrünce borçlu kalırım aşka
seviyorum, seviyorum başka seçeneğim yok
yedeğimde yeni acılarım var, öderim diyetini
yeni yazgılar bulurum belki, şiirlere vururum kendimi
başımı kitaplara yaslarım
toplarım şarkılardan yasadışı aşkları sürerim alanlara

seviyorum başka seçeneğim yok
yeter sınama beni.





.

SEVİŞ KARASI BİR DEFTERDEN - Orhan Alkaya





3. yıl; hâlâ

yüzünüz gün ışığına küskün bir serçe yavrusu kadar kimsesizdir. bunu anladığımda sizi tanımıyordum bile; ansızın çıktınız karşıma. öyle kararlı bir sessizliğiniz vardı ki, ürkekliğinize bile dokunamadım hoyrat bulup ellerimi.

boynunuzdaki ve dilinizdeki ben, gözlerinizin kuşatılmış sabah okyanusu parlayışı ve çocuk dağınıklığı ayaklarınızın uzaklığım oluyor her özleyişimde sizi.

hayır! gerçek olabileceğinize inanmadım hiç. en beyaz o gecede bile lanetli bir korkuyla kapattım gözlerimi.

dudaklarınız, yalnız dudaklarınızdı belki kudurgan bir sevinçle boğulayazdığım o an.

sizi sevmek için büyüttüğümü söyleyemem kalbimi. ne sizde var buna inanacak
genç kız coşkusu;
ne de ben yağmurlardan kaçacak kadar yitirilmiş bulutlarıma yerinmedeyim.

vedalaşmak sizinle ve sonsuza doğru vedalaşmak istiyorum.
bir başka uyumun cehenneminde, dilime amansız yakışan sözcüklerle

yalnızım; çünkü siz varsınız!

EZEL / Birhan Keskin




gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin. döndüğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.
onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin.