9 Eyl 2011

AŞKOLSUN ÇARPIŞMA! / Rengin Alacaatlı






Eskiliğin müstesna kokusu sinmiş şehrin Eylül renklerinde bir gün, ağaçlı yolun karşısındaki küçük ve şirin bir pastanede kalabalığın orta yerinde zamanın muzip yanına karşı koyamayan bir kadın ve bir erkek, çekim gücü yasasına boyun eğmekte ve bakışlarının buluştuğu noktada birbirlerine bakmaktadırlar. Her ikisi de akıllarından geçen düşüncelere şaşkınlıkla engel olmaya çalışsalar da bazen karşı konulmaz girdaba kapılmanın, olacak olanın yaşanması yasasının gereği olduğunu bilmemekteydiler.

Adam uzun bir süre gözlerini kadının gözlerinden ayırmadan bakıyordu, kaçmak, bakışlarını kaçırmak istemesine rağmen öyle derin bakıyordu ki başını çeviremiyordu bir türlü. Demir sandalyeye yan oturmuş, bacak bacak üstüne atmış kadın, erkeğin bakışlarını üzerinde hissetse de yine de onu inceliyordu. Ne güzel bacakları diye geçirdi içinden adam ve bir an utandı. Biliyordu ki kadın onu izliyor, nereye baktığını, ne yaptığını, aklından ne geçtiğini düşünüyordu…

“Bacaklarına baktığımı fark etti, biliyorum. Sandalyede arkaya dönüp kime bakıyor şimdi? Hareketinden dolayı biraz daha açılıyor eteği, baştan çıkaracak kadar çokgüzel” diye düşünceleri onu sürekli meşgul ediyordu. Kalkıp bir bahane ile masasına gitmek istedi ama ne bahane bulacaktı. Çakmak istese elinde çakmağının olduğunu fark etti. Ya da sizi bir yerden tanıyorum ama nerden dese biraz uygunsuz olacaktı. Düşüncelerine hız vermeye çalışırken kadının garsonu çağırdığını fark etti. Kadın şimdi giderse onu bir daha görememe korkusu içine düşen adam yerinden kalktı ve hafif bir öksürük ile sesini ayarladı. Sanki önceden kurgulanmış gibi kendinden emin bir tavırla kadının masasına doğru yürüdü. “Merhaba” diyerek izin bile istemeden sandalyeyi çekip masaya oturdu. Bu girişim karşısında şaşıran kadının dudaklarından ürkek bir merhaba çıktı.

- Nasılsınız, beni tanıdınız değil mi?

- Özür dilerim, hatırlayamadım.

- Sizinle promosyon fuarında tanışmıştık, hatırladınız değil mi?

- Tam olarak hatırlayamadım pardon. Ben pek fuarlara katılmam ortam olarak sevmiyorum da. Siz de mi reklam işindesiniz belki başka bir yerden hatırlıyorsunuzdur.

- Hayır, ben turizm sektöründe çalışıyorum satın alma müdürüyüm. Sizde mi dediğinize göre siz reklam sektöründesiniz.

- Evet, reklam tanıtım ve organizasyon şirketim var, adım Rüya, merhaba.

- Merhaba Rüya Hanım ben Hayal, Hayal Gerçek…

Kadının uzattığı elini dudaklarına götürüp çok eskilerden kalan bir temas ile selamladı tanışmayı adam. Bundan sonrası artık ikisinin yer aldığı zamanlarda kesişen ve kesişecek yollarında zaman denilen olgunun bütünselliğine ulaşacak adım taşları olacaktı.

“İsmi Hayalmiş bu bir benzeşme mi, yoksa…” diye içinden geçiren kadının dudaklarında muzip bir gülümseme oluştu. Dudaklarının kıvrımı gözünden kaçmayan adam şimdi kadının dudaklarından gözünü ayıramıyordu. Aklı karışmış, fırtınaya kapılan tekne gibi yalpalıyordu.

- Hayal dediniz değil mi yanlış duymadım.

- Evet, Reyhan Hanım doğru söylediniz, ismim Hayal. Of... Çok özür dilerim Rüya Hanım, gerçekten çok özür...

Birden kadın için her şey dondu; zaman, zamansızlıkta kaldı. O sihirli sözcük dökülmüştü adamın dudaklarından, ona Reyhan diye hitap etmişti. Bu bir benzeşme değil, aslının ta kendisiydi. Adı Hayaldi ve gerçekti. Karşısında oturuyor ve gözlerini ondan alamıyordu. Tesadüf denilen olgunun karmaşasında her şey yerini bulurken zaman çizgisinde an, sihir oluyordu.


- Eeee Hayal Bey, bakın, yani... Şimdi size... Nasıl başlayacağımı bilemiyorum... Deli olduğumu sanabilirsiniz... Şimdi Hayal Bey…

Yerinde biraz doğruldu, dirseklerini masaya dayayıp ellerini çenesinin altında birleştirerek adamın gözlerinin derinine bakarak konuşmaya çalıştı.

- Şeyy... Sanırım yapamayacağım anlatsam da anlayamayacaksınız. En iyisi aklınızın bir köşesinde Reyhan olarak kalayım belki bir zaman bana yine bu isimle hitap edip aslında geçmişinizde ve geleceğinizde, zamanın olmadığı zamansızlıkta ben olduğumu hatırlarsınız...

Adam aynı şekilde bakıyordu gözlerinin içine, elleri çenesinin altında, gülümsüyordu. Gözlerinden cesaret alıp “Ne dersiniz şöyle biraz yürüyelim mi? Sonra oturur bir yerde bir iki kadeh bir şeyler içeriz. Pardon bilemiyorum tabi... Zaman sorunu ya da sakıncası yoksa yani sizin için sakıncası yoksa... Sizin için...” diye soruverdi, buna kendisi bile şaşırmıştı. Şimdi kadın terslese, onu tamamen kaybedebilirdi. Ama o içi gülen, derin bakan gözleri vardı ya söylemişti bir kere.

Kadının yanakları pembeleşti, birden kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Karşıdan fark edilecek diye utanıyor, utandıkça daha çok kızarıyordu. “İşim yok aslında ama bilemiyorum doğru olur mu? ” deyiverdi. Bir an bu söylediğine kendi de güldü çünkü o 'an' için doğru olan bu 'an' için saçmaydı. Tekrar adamın gözlerine baktı, taa derinine, usul bir peki çıktı ağzından...

Adam elini uzatıp kadının elini tuttu ve masadan kalktılar. Heyecanları ayaklarının yere sağlam basmasını engelliyordu. Dışarı çıktılar, karşıya geçerken kolundan tuttu kadının, koluna girer gibi. Ve ağaçlarla çevrili geniş yoldan yan yana parkın içine doğru yürümeye başladılar.
- Aşağıdaki antik çağlardan kalma plajı bilir misiniz Rüya Hanım? Onun hoş bir restorandı var, güzel yerdir ve bu saatte kimseler olmaz... Uygun mudur sizin için? Arzu ederseniz eski sokakta bir yere de gidebiliriz.

- Seçimi size bırakıyorum Hayal Bey.

- Teşekkür ederim. O zaman hemen buradan eski sokağın içine girelim isterseniz... Daha doğal bir ortam olur, bol ağaçlı, gölgeli ve restore edilmiş evleriyle sevdiğim bir mekândır... Buyurun lütfen, bu taraftan...


Eski sokağın Arnavut taşı döşeli kaldırımında bir süre sessiz adımlarla yürüdüler. Belki havadan sudan konuşsalar da derinlere inme hazırlığında iki denizci gibi sessizliği giyiniyorlardı. Eski fakat bakımlı bir evin bahçe kapısında durdular. Kapıda “Kule Pansiyon-Restaurant-Cafe” yazan bir tabela vardı. Başlarını kaldırıp bir süre baktılar tabelaya, “Kule”…

Bahçe bol ağaçlıydı, ortada küçük fıskiyeli bir havuz ve arada suni suyolları vardı. Havuzun çevresi rengârenk çiçeklerle çevrilmişti. Adam, denizi ve yat limanını önüne alan meydanı gören terasta ön masalardan birine doğru yürüdü ve kollarını iki yana açarak manzarayı kucakladı ve kadına dönerek gel dercesine elini uzattı. Havuzun yanında bekleyen kadın onu izlerken gülümsüyordu, çağrısına hayır diyemezdi ama içinden geçen birçok soruyla da baş etmek zor oluyordu. “Ya beni yanlış anlarsa ne yaparım, ilk tanışmamızda yemek teklifini kabul eden bir kadın of Allah’ım yardım et bana. Eğer bu anı yakalamamış olsaydım yıllarca bekleyecektim onu ama bunu nasıl açıklayacağım.” Karmakarışıktı.

- Daha önce buraya hiç gelmemiştim, çok güzel bir yermiş.

- Haklısınız, bu manzara beni çok etkiler, büyü gibi. Ne içmek arzu edersiniz Rüya Hanım?

- Dömi sek beyaz şarap olabilir, siz ne dersiniz?


Garson siparişleri aldıktan sonra ayrıldı yanlarından. Nefis yat limanı manzarasına dalan gözleri kaçamak bakışlarla birbirlerini incelerlerken dışarıdaki tabelada pansiyon yazması adamı tedirgin etmişti biraz “acaba antik plaja mı gitseydik” diye düşünürken manzara ile bütünleşen kadının güzelliği karşısında “of çok güzel” çıkıverdi ağzından.

- Bu manzara insanı alıp götürüyor değil mi? Şiir sever misiniz Hayal Bey?

- Tamamen amatörce Rüya Hanım.


O sırada garson içkilerini getirdi, adam garsona göz işaretiyle içki servisini kendisinin yapmak istediğini belirtti. Adam kadehleri doldurdu ve kadına uzattı. İşte o an, tam da o an gözleri gözlerinin içine girdi... Fonda şehrin büyülü manzarası ve uzaktan gelen eski bir şarkının ezgilerinde sözleri buluşuyordu bugünleriyle.

- Sağlığınıza... Dediğim gibi Rüya Hanım, amatörce. Yazıp yazıp koyuyorum bir yerlere, özenle saklamıyorum yani. Duygu yoğunluğuma bağlı şiir yazabilmem. Ama... Sanırım... Mesela...


Adam önündeki peçeteye bir şeyler yazıp kadına uzattı. Peçetenin dağıttığı mürekkep renginin arasından şiiri okumaya çalışırken kadın, gülümseyerek onu izliyordu adam.

- Dedim ya duygu yoğunluğuna bağlı şiir yazabilmem...


Peçete ellerinin arasında titrerken gülümsemesi dolulaşan gözlerine karışıyor, yutkunmakta zorlanıyordu.

Birazdan bir yaprak düşecek serçe kanadından,
Tam üstüne masamızın, arasına ikimizin...
Bir akşam rüzgarına tutsak olacak terleri, ellerimizin
Birazdan bir yaprak düşecek, Akdeniz akşamından
Ne söylediğini o anlayacak bizden önce gözlerimizin....


- Uzun zaman oldu şiir yazmayalı Hayal Bey ve üstelik şiir benim hayatım iken ama bu şiirinizi saklayacağım belki, kim bilir bir zaman size yanıt yazma olanağım olur.



“Birazdan bir yaprak düşecek, Akdeniz akşamından / Ne söylediğini o anlayacak bizden önce gözlerimizin.”… Ahhh sevdiğim bir bilsen sana neler söylemek istediğimi ama nasıl anlatabilirim ki… Birazdan yağmur boşalacak / Yarınlarımıza ait rüzgarlarla / Sırılsıklam ıslanarak yürüyeceğiz aşka… Elbette bunları söyleyemedi kadın sadece gülümsemesine karışan bir damla gözyaşından anlayabileceğini umdu adamın.

- Haydi, Rüya Hanım, tanışmamızın şerefine... Ne güzel oldu... Ve bu akşamüstü çok güzel... Ve siz çok güzelsiniz…

- Tanışmamıza ve güzel günlere Hayal Bey.

- Güzel günlere Rüya Hanım.


Kadehlerini kaldırırken elleri değdi birbirine. Gözlerini, dudaklarını, saçlarını, tenini inceleyen adam, kadının gözlerinin içi gülerken dudaklarının titrediğini fark etti. Tam elini uzatıp dudaklarına dokunacaktı ki o an masanın üstüne bir küçük yaprak düşüverdi, bir narenciye ağacı yaprağı. Aynı anda başlarını yukarı kaldırıp serçe aradılar… Kıkırdayarak gözlerinde buluştular yeniden.

- Hayal Bey, size yıllar sonra yeniden karşılaşacağımızı söylesem bana inanır mısınız?

- Belki yıllar öncesinde de karşılaştık bir yerlerde ve bugün o gün yapılan karşılıklı çağrının sonucudur Rüya Hanım...

Aslında akıllarından geçen şeyler çok farklı olmasına rağmen mantıklı konuşmaya çabalıyorlardı. Adam, kadını ilk gördüğü pastanede oturuşundaki cazibeyi ve bacaklarını aklından çıkaramazken; kadın, adamın arzuyla kızaran dudaklarından gözlerini alamıyordu.

- Belki de haklısınız çok daha önceleri bir yerlerde, kim bilir? Yaşamı sorguladığım çoğu zamanlarda tesadüf denilen şeyin aslında bir zaman yolculuğundaki duraklar olduğunu düşünürüm. Eğer o durakta dikkatle etrafımıza bakarsak yaşamımızdan bir izi mutlaka göreceğizdir.

- Evet, Rüya Hanım haklısınız. Zaman, ayarsız saatler gibidir... Nerede ve nasıl çalışacağı bilinmiyor. Ama bir yerde kurulduğu kesin... Bir yerde ve bir zaman... Ama bugün değil…


“Ama bugün değil…” Biraz buruk gülümsemeye çalışsa da bu cümle kadının beyninde dalga dalga yankılandı. Bakışlarını denize çevirip uzaklara daldı.

“Geçmişi olmalı, bir gün, bir yerlerde mutlaka yoksa bir günde, 1 saatte bu duygular bu hale gelebilir mi” diye geçirdi aklından adam. Kadının gözleri hala uzaklardaydı. Onun neler düşündüğünü asla bilemezdi. Bulmaya çalıştı ama kendi düşünceleri bile onu şaşkınlığa uğratırken bu imkansızdı. “Acaba aynı yere mi bakıyoruz” sorusu takıldı bu kez aklına. Kadının dudakları, gözleri ve derin bakışları aklını karıştırıyordu. “Of bilemiyorum, keşke daha yalnız olabilseydik şu an ne yapardım. Ya da iki veya üçüncü buluşmamız olsaydı... Nasıl uyandı bu arzu böyle birden bire... Bacakları gitmiyor gözümün önünden... Nasıl davranacağımı bilemiyorum... Off... “

Küçük bir kuşun kanat sesiyle aynı anda başlarını yukarı çevirdiler. Bakışlarının buluştuğu noktada minik bir kuş gülümseyerek bakıyordu adeta. Kuş onlara göz mü kırpmıştı yoksa onlara mı öyle gelmişti bilinmez. Kanat çırparak masalarına yaklaştı ve yavaşça kadının avuçlarına kondu. O zaman fark ettiler gagasında taşıdığı minik notu. Kadın heyecanla notu alıp açtı. Adam notu okumak için kadına yaklaştığında, omuzları değdi birbirine. Akdeniz’in meltemine kapılan saçları yanaklarına değdi adamın, kokusunu içine çekti doyasıya, yıllardır beklediği kokuyu. Sessizce notu okudular birlikte, bir daha, bir daha, bir daha… Başlarını çevirip aynı anda gözleri ve dudakları değdi birbirine, titrediler…

Dudakları nasıl oldu da buluşmuştu bir anda, ne önemi vardı bunun, an şimdiydi... Kadının yüzünü ellerinin arasına alıp yanağına düşen saçları düzeltti adam gülümseyerek. Masadan kalktı ve “gel benimle” diyerek ellerinden tuttu onun. Koşarcasına gittikleri yolda nereye gittiklerini sormadı bile kadın çünkü biliyordu, üstelik kule ve meydan şahitti… Az sonra tüm meydan smokinlerini giyecek ve aşk sarhoşu iki yüreğe yer açacaktı.



……

Koşarcasına... Bugüne doğru mu? Yoksa bugün, keşke o gün olsaydı dedikleri yere mi?

Yıllar geçti o günden, koşarcasına uzaklaştıkları yerden bugüne değin. Çünkü kuşun gagasında yazılıydı kaderleri isimlerinin gerçekliğinde. Zamanın kesiştiği yollarında zamansızlıkta buldular birbirlerini, bir çarpışma anında. Belki şimdi siz bu öyküyü okurken onlar dizeleri karıştırıp şiir olarak gelecekler karşınıza. Hayal mi rüya mı bilmeden siz…


Renklerini nasıl da saklamışsın aşkolsun, dalgalarının köpüklerinde
Cemreleri düşürüp kulaçlamışsın benliğimi gözlerinden içimdeki denizlere
Gelişi uzak zamanlara kalmış hayal, beklerken ıssız sahillerinde
Cenandan renkli dizeler yansımış ufukta bekleyen rüya bulutlarına
Sen reyhan gibi esiyormuşsun oysa rüzgarı takıp kanadına
Sevda taşıyor bak avuçlarından, uçuşan kelebekler gibi gülümse
Yorgunluğunu ayılmaz sarhoş yapıp, keşke saklanmasaydın arkasına
Sen ayazda kalmış geçmişinle akıyordun bana izini sürerken bilmiyorsun
Şimdi nasıl baharların içinde olurduk, bütün karlar erimiş anlıyor musun
Kristallerinde saklarken umut tomurcuklarını zaman yolculuğunun bir yerinde
Tutkunun gücünden korkan firari bir güneş, bütün sıcaklığını vermiş ikimize
Aşk zamansız masallar olsa korkusuz kahramanların yüreğinde, kime ne
Kıskaç gerçeğinin içinde hayal ile rüya, çarpışma anı değer bir ömre

1 Eyl 2011

EYLUL / Haydar Ergülen



Kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir
kadın gider ve bir şair doğar bundan
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
“Yazın bittiği her yerde söylenir”se
kadının gittiği de her yerde söylenir
kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu…
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terk edilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terk edildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terk eder!
O kadın beni terk ederse şair olurum
oğul olduğum kadın sakın beni terk etme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider

Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder!





Haydar Ergülen