15 Ara 2011

LABİRENT


Başrollerini Meltem Cumbul ve Timuçin Esen’in paylaştığı Tolga Örnek’in yeni filmi Labirent’in çekimleri Mardin, İstanbul ve Frankfurt’ta gerçekleşen Labirent, yüksek temposu, ilginç senaryosu ve muhteşem kadrosu ile bu yılın en iddialı yapımlarından biri olacak. Labirent 23 Aralık’ta vizyona girecek.

12 Ara 2011

KURTULUŞ SON DURAK'TA 3 KADIN BİRLEŞİNCE

KURTULUŞ SON DURAK'TA 3 KADIN BİRLEŞİNCE


Sıradan bir mahallenin, sıradan kadınları hiç bu kadar kışkırtıcı olmamıştı! Mahalleye yeni taşınan psikolog Eylem'e (Belçim Bilgin), terkedilmesinin acısını unutturmak amacıyla bir bir kapısını çalan kadınlar için, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Elbettte onlara dünyayı dar eden erkekler için de! Hayatını yatalak babasına adamış Vartanuş (Demet Akbağ); mafya babası sevgilisinin metresliğinden eşi olmaya asla geçemeyeceğini anlayan Goncagül (Nihal Yalçın); çocuklarına ilişmediği sürece günlük koca dayaklarına alışmış Gülnur (Ayten Soykök) ve annesinin yediği her tokadı kendi ruhuna da yiyen kızı Tülay (Damla Sönmez); hayatı pembe görmeye çalışan kuafor Füsun (Asuman Dabak)... Tüm bu kadınlar önce Eylem’i, sonra birer birer kendilerini ve belki de ülkedeki tüm kadınları KURTULUŞ SON DURAK’ta buluşturacaklar! Kahramanlarımızın tek sarsılmaz ilkesi “Biz her türlü şiddete karşıyız!” İşte her türlü şiddete karşı harekete geçen altı kadının provokatif, fantastik hikayesi.
Devamını ve fragmanı izlemek için tıklayınız.

26 Eki 2011

Calexico - Inspiracion






.

YILDIZ MADALYALI MEKTUPLAR / Lale Müldür




pol ve virginie:
yıldız madalyalı mektuplar

seni gerçekten hiç merak eden yok mu
yok zaten etrafıma bir duvar ördüğümü
betonlaştığımı söylüyorlar
kimseyi dinlemiyormuşum
benimle diyalog imkansızmış
peki sizinle gerçekten ama gerçekten
ilgilenen yoksa siz ne yapardınız?
çocukken anjelik, özgürlüğün yolları
gazap üzümleri  şarkıcı josefine ya da
fare ulusu gibi kitapları okurduk

yanımıza bir tabak erik ve kiraz alıp
kardeşimle ben
babamın kitaplarıyla başladık işe
ben en çok savaş ve barış’a çarpılmıştım
okul çantamın içinden gizli gizli 9, 10 defa okudum
ben teksas’ı tommiks’e tercih ederdim
konyakçı hep aklımı karıştırırdı
donald ve varyemez’den en çok küçük yeğenlerini
ama hayır böyle yazmak istemiyorum
şey–daha çok başka birşey daha çok başka birşey
yazmak istiyorum
şöyle başlasam:
herhangi bir sonbahar günü...
herhangi bir sarılık...
kurumuş yaprakların üstünde yürüyoruz...
bir kağıt denizinin üstünde ilerler gibi...
benim adım virginie... seninki pol...

...
1. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol,
Birkaç günden beri dışarı çıkmadım
Sana yazdığım birkaç mektubu attım
çünkü kayısı tarlalarından söz etmiyordu.
Bahçeye sonbahar gelmiş olmalı.
Bu mektubun sonbahar renklerinde
olmasını istiyorum.
Bizi aynaların arkasından gözetliyorlar Pol.
Gerçek ve uzun sevgi insanları korkutuyor Pol.
Van Gogh'un sarılarıyla Arles'daki yaz
manzaralarının arasında yakın bir ilişki
var gibi bunu anlıyor musun Pol?
Yani onun Arles'a gitmesi zorunluydu.
Son olarak kargaları çizmesi de anlamlı.
Bunun gibi bizim birbirimizden bunca uzak
tutuluşumuzun da bir anlamı var.
Serada eğik camların üstünden kayıp giden
yağmur damlacıkları gibi bir duygu.
Limon ağaçlarının arkasında seni düşünüyorum.
Tavanda birkaç güvercin yuva yapmış.
Böyle anlarda karşıda
ufukta bir yelkenli
senin yelkenlin belirir gibi oluyor.

***

2. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Bugün bütün gün bizi bir albatros takip etti.
Albatros uzaktan beri bütün denizcileri etkiler.
Onlar hiçbir çaba sarfetmeden uçuyor gibidirler.
...
Şimdi bilimadamları fark etti ki ALBATROS
saatte 80 kilometreye yaklaşarak
tahminlerin 7 kat üstünde bir alanı kuşatır.
Artık albatrosları bile uydu aracılığıyla
takip ediyorlar Virginie. Her şeyi ölçüp biçiyorlar aşkları bile.
bugün bir denizci seyir defterine
şunları incilden yazdı
“muhakkak ki, hiç tartışmasız kabul
edilmesi gerekir ki, albatros’un
bütün performansları onu yaratan’a
adanan bir methiyedir...”

***

3. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol,
Dün gece kayısı abajurun ışığında
defterime şunları not ettim
çünkü aşkımız kayısı renginde bir şey
ve bütün bunları düşündüğüm zaman
odaya altınsı bir ışık doluyor ...bütün inananların kalbine
görünmez bir biçimde şırınga
edilen o huzur ve kuvveti getiren
böylesi bir ışık mıdır diye düşünürken
o kadar dalmışım ki
masamın üzerine bırakılan
bir bardak sütü fark etmemişim bile.
her neyse sana olan aşkımın
bende yankılandırdığı o yüce duygulanımlara
en yaklaşan şeyler olduğu için, işte, dün gece
defterime kur’an dan esinlenerek yazdığım cümleler:
...maddi varlıklar dünyasının son bulup gayb
aleminin başladığı nokatada rabbin meleği
belirdi. şeffaf kanatlarıyla. çok güçlü biri
ve güzel görünümlü ve doğruldu o en yüksek
ufukta iken. bir başka inişini de gördü onun
allah’tan gelen söz yüküyle. ve vahyedildi
vahyedilecek olan. son yağmurlar vaktinde
sarı yağmur sağanaklarıyla birlikte
rabbin meleği belirdi. şeffaf kanatlarıyla.
çok güçlü biri ve güzel görünümlü ve
doğruldu o en yüksek ufukta iken.
kayısı renginde ince bir şerit takip
ediyordu onu-olacak olanın oldurulması için...

Aşkımız Pol, yani tarçın...
Biz ormandan, nehirden, tarçın kokulu kıyılardan
olan biz... evlerinin sağlam olduğuna inanan
sizsiniz. Hiçbir zaman susmamak için, hiçbir
zaman susmamak için. Ve biz, biz izlerimizi siliyoruz.
Sonsuza dek........................................

***

4. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
'Her yerde su, su, su ama içecek tek damla yok.'
...
"Dün ikindi vakti Sır birden zamanını vurdu
ve bana dedi ki;
unuttun ve aştın aradığını,
ne mutlu ne yazık sana,
ne mutlu ne yazık sana,
artık dokunduğun her yerden sır çıkacak."

***

5. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Denizciler çok ilginç. ama beni
mikroskopik dünyanın kuantum tekinsizliği
daha çok ilgilendiriyor.
...
'Soft error'lara bir başka örnek,
bir çocuğun ana rahmine düşüşü anında
DNA moleküllerinin rasgele birleşimidir,
bu olayda kimyasal bağın kuantum özelliklerinin
rolü vardır. Tamamen önceden kestirilemez olan
atomik olaylar yaşamımızı etkiler.

***

6. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Kuantum tekinsizliği notların için
sana bir Kızılderili selamı gönderiyorum:
"Sen ve ben
Hep birlikte
Ve hep yanızız."
...
Şimdilerde en çok konuşulan şey şu:
deniz de bizim fotoğraflarımızı çekiyor mudur?
Eğer öyleyse benim fotoğrafımın yanına
pastel bir hayat düşüyor olmalıdır Virginie.
Bu pastel hayat bütün denizcileri tüm kadınlardan
ve hayattan bunca uzak denize çeken şey olmalıdır.
Burada anne yok...kız kardeş yok...
Virginie burada yok...
toplayışı başkalarına bırakıyorum...
bırak korksunlar... derin uykularında...
olacağım... beni hiç terk etme...

***

7. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Makroskopik tekinsizlikler senin kafanı
karıştırmış olmalı.
Maraz! Hiç tatmin olmayacak mısın sen?

***

8. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Sabah gemi Doğu tepelerine doğru
hareketsiz duruyordu.
Sen çok özelsin Virginie...
Ben serserinin tekiyim...
...
Duman mavisi bir kumaş üzerine sulusepken kar yağdı.
Seni düşündüm. Seninle geçireceğimiz ilk kar günlerini.
Böyle günler için kendine duman mavisi bir palto bak.

***

9. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Sonuç olarak her güzel söz
doğanın yanında hafif kalıyor.
Evet yaratıcı olduğumu ispat
etmek zorunda değilim.
Elyazım giderek seninkine
benzemeye başladı.
...
Bahçeye çıktım. Frambuazlar
frambuazlar olmuş.
Yolculuğun bende solgun bir
yürek bıraktı Pol.
İçinde 'e' olan aylar bana dayanılmaz geliyor.
Kızıl bir yıldız ya da
elsiz koşan bir adam gibi geliyor bana umut...
Sana söyleyeceğim sözler...onları biliyorsun
ama ne önemi var...gece gelecek...
yel değirmenlerinden başka
bir şey kalmayacak havada...

***

10. Mektup (Pol'den Virginie'ye)


sevgili Virginie

gençliğindeki tazliğini,
gelinliğindeki sevgini, adada,
ekilmemiş diyarda nasıl ardımca
yürüdüğünü senin için andım.
boşluk ardınca gitmeni ve boşluk olmanı.
fakat ben dedim: boş şey hayır, çünkü
yabancıları sevdim ve onların ardınca gideceğim.
demin mazlar geldi bana gördüğü bir rüyetten bahsetti.
bana rüyeti görmemiş de kutsal kitaptan aktarmış gibi
geldi ama onun sözcükleriyle anlatayım:
“başlangıçta bana görünen rüyetten sonra, bana mazlar’a
bir rüyet göründü. ve vaki oldu ki, ben, mazlar, bu rüyeti
görünce, onu anlayayım diye araştırdım; işte karşımda
biri durdu, sanki bir insan görünüşü: bir eli ışıktandı
ve sonra dünyanın yaradılışındaki gibi ışık patlamaları
oldu. ve durduğum yere yakın geldi, ve o
gelince ben yıkıldım, ve yüzüstü düştüm ve bana dedi:
anla ey adem oğlu; çünkü bu rüyet sonun vaktinden
ötürüdür. ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak
derin uykuya daldım. ve dedi: gördüğün iki boynuzu
olan koç medya ve fars krallarıdır. ve o kıllı ergeç
yunan ili kralıdır. ve kırılmış ve yerine dört boynuz
çıkmış olana gelince, o milletten dört krallık çıkacak.
ve ben mazlar bayıldım, ve günlerce hasta oldum, sonra
kalkıp kaptanın işlerini yaptım ve bu rüyete şaştım,
fakat anlayan yoktu.” mazlar’a dedim ki ona bir şey
açıldı ve bu şey hakikattı ve bu şeyi anladı ve
onun rüyette anlayışı vardı. o günlerde ben, pol,
yas tutuyordum. sanki adam görünüşünde biri bana
dokundu ve dedi: “korkma, ey sen, çok sevilmiş olan adam,
mazlar ve sana selamet, kuvvetlen, evet kuvvetlen.
fakat sen, ey pol, sonun vaktine kadar bu sözleri
sakla, ve kitabı mühürle;birçok adamlar araştıracaklar
ve bilgi çoğalacaktır. bir vakit ve vakitler ve
yarım vakit olacak. “sağ elini ve sol elini göklere
doğru kaldırıp ebediyen hay olanın hakkı için and etti:
ve ben işittim, fakat anlamadım ve dedim: efendim,
bunun en sonu ne olacak? ve dedi: git, pol, çünkü sonun
vaktine kadar bu sözler saklıdır ve mühürlüdür.
birçoğu kendilerini temizleyecekler ve eve elektrik
verilecek ve evsahibinin içi temizlenecek fakat
birçoğu sürçüp gidecek ve bulunmayacak. fakat kötüler
kötülük edecekler ve kötülerden hiçbiri anlamayacak
fakat anlayışlı olanlar anlayacaklar. fakat sen,
sen oluncaya kadar git; çünkü rahata varacaksın ve
günlerin sonunda kendi nasibine kalkacaksın.

mazlar çok enterasan bir adam virginie,
sanki boşlukla yürüyor ve boşlukla geliyor.
onun için bir saksı menekşe yetiştirmek isterdim.
sabahları o üzerine hohlasın diye.
biliyorum çünkü derin bir nefes var onda
ve o da solitaire oyunu oynuyor hayatla.
isa diyor ki kapının önünde duran çok kişi var
ama yalnızca yalnızlar evlilik yerine girecek.
yalnızca yalnızlık oynayışı değil ama yalnızca
derin menekşe nefesi yalnızca içindeki o engin
çağrı değil ama yalnızca o büyük haydutların
yüce işleri...

***

11. Mektup (Virginie'den Pol'e)

Sevgili Pol
Bilmek istiyorsun Pol niçin her şeyin benim ilgimi
çekebileceğini. Lütfen beni 'her yüksek tepede ve
her yeşil ağacın altında fahişelik yapanlara'
benzetme Pol. Mevsimlerin sayısı dörtse, denizin
altında karanlık tanrılar varsa, adada beni erdemli
yolumdan geri çevirebilecek insanlar yoksa, her
görüştüğüm insandan sonra hastalanıyorsam, benim
aşkım uğruna döğüşen hiç kimse yoksa, Selene'den
Diana'ya, Diana'dan Artemis'e kadar değişerek
dalgalanarak akıp gidiyorsam, gereksiz telefon
konuşmaları sinirini bozmayacaksa, benimle 10
yıllık ahit kesen aşıklarım seni tasalandırmıyorsa
bana verdiğin Kleopatra bileziğini her gün
takmamaya özen gösteriyorsam, denize siyah
giysilerimle girip siyah bir kuğu gibi yüzüyorsam,
kafamı erken imparatoriçeler gibi siyah bir tülle
örtmek istiyorsam, su kenarında buluşan küçük
erden kızlar hafif nörotik gülüşlerle
Leopardi okuyarak benim için sazlardan ve
defnelerden bir taç örüyorlarsa, seni unutmak için
Trakl gibi ormanlarda amonyak koklayıp kendimden
geçmeyi deniyorsam, saçımı portakal rengi yapıp
kenarlardan örüyorsam, görünmez balıkçılımla
dolaşıp kışın ona siyah bir yün kazak örmeyi
düşünüyorsam, belirli saatlerde emredildiği üzere
kafamı kutsal eğik bir çizgi üzre toprağın üzerine
düşürüyorsam, halıları ve L şeklindeki divanları
sokağa dışarı taşan sade bir çadırda oturmak
istiyorsam, kafamı geceleri o çadırdaki ak
yastıkların üzerine düşürdüğümde,
burası Capri ve sen Kayzer,
işte ak yastığın üzerinde bir baş,
benim başım...
Ağlama benim için Antartika,
buzun üstünde yalnız bir ispinoz
yavrusunu yitirmiş...

***

12. Mektup (Pol'den Virginie'ye)

Sevgili Virginie
Bizim tutulabilir her şeyin üzerinde seyreden
sevgimiz her şeye yetmeyebilir diye korkuyorum
bazen Virginie. Genellikle geceleri.
Herkes uyuduğunda. Bütün lombozlardan çivit
rengi gökyüzü ve hilal göründüğünde.
Gemiciler romantik düşlere yattığında.
Güverteden Konyakçılar bile elini ayağını
çektiğinde. Kaptan köşküne kar gibi pembe
inciler yağdığında. Yerlerde unutulan
sarı yağmurluklar söndürülen balonlar
gibi ezik ıslak bulundukları yerde kalakaldığında.
Bir adam okyanus çizgisi boyunca
uzun bir kimlik yürüyüşüne çıktığında.
Ginger adını verdiği küçük bir kızı
bulmak üzere kaybolmayı göze alarak
uzun bir yolculuğa çıktığında.
Aklında çevirip durduğu bir şiir:
Annabel Lee... yani hep seni hep
seni düşünüp durduğumda.
Gece mavisi vitraylarda beliren
bir yıldız adası bize yaklaştığında.
Tarçın kokan bütün kıyıları, bütün kıyıları Doğu'nun sakin bir prensi gibi dolaştığımda.
Apoletimde taşıdığım bir yıldız-madalya gibi sen...



Lale Müldür

16 Eki 2011

AYDEDE DÜŞLERİ / Rengin Alacaatlı




..……………………../ aydede düşlerine uzanır gibi yüreğinin okyanusunda, masallarınla büyüt beni…


yeşildi gözlerim ben doğmadan
ağaç kabuğunda harelendim
rengarenk bir anın adıyla
düştüm girdabına gecenin,
valsın ezgilerinde bir düşüm


Çocuk kalbime dokunduğundan beri nicedir, aydede düşlerimin gönüllü tutsağıyım. Günümü aydınlatan, geceme dolan can oldun. Eylül esiyor kıyıdan, ben gülümsüyorum dağlara. Dağların baharatlı rüzgarında kokunu, maviye uzanan haşmetinde yüreğini, bembeyaz karlarında aydınlığını buluyorum. Yüklü başaklar gibiyim, hasat bekliyor seni, bırakma yoksa üşürüm, bırakma yoksa düşerim, yaşama sebebim oldun bırakma. Ellerimi her uzattığımda sıcaklığını duymayı, her döndüğümde kollarına uzanmayı ve gecenin öpüşlerine uyanmayı… Uyandığımda yanımda olacağını bildiğimdendir ki ben seninle büyümeyi seviyorum. Yaşamak buysa eğer şimdi söyle cancağızım, ben yeniden mi doğuyorum…


kışkırtıcı kokusu, eskimiş sokakların
rüzgara kapılan beyaz şifonum
kuytulardan gelen viyana esintisi
bu gece sarhoşum
atmosferinde kadehin
tütün gözler ile
duman sözler çekiyorum
aynı kalp izinde
katran karasına karışıyor nefesler


Körebede ebe olduğumdan beri nicedir, gözlerim kapalı nefessiz içiyorum seni. Bu bakir suların dokunuşuyla arınıyor yüreğim, yaralarım kapanıyor. Bir daha geriye bakmamaya söz verip çapalarımı çekiyor, yaşama adım atıyorum. Mevsim eylül, aylardan doğuş, son baharımın tomurcuklarını büyütüyorum… Şimdi söyle cancağızım, ben neyi bekliyorum...


bulutlara doğru kuşlar eşliğinde
yükseliyoruz valsın kanatlarında
yeryüzü kayarken altımızda
gözlerin gözlerimde
gülümsüyorken bana
saçlarımın kokusunda dokunuş
fısıltımda şiirim
aydede düşlerine uzanır gibi
yüreğinin enginlerinde masalım


Şiirce kapıldığımdan beri sana nicedir, kuzey dağlarının rüzgârlarına karışıyor saçlarım. Şehrin eski sokak aralarında caruso çalıyor duyuyor musun? Tarihi gizleyen taş döşeli meydan kucaklamak için sevdayı dansımızı bekliyor. Dilek çeşmesine bırakırken bizi, bembeyaz şifonlarla uçuşuyor yüreğim, kelebeklerimi salıyorum gökyüzüne. Kollarının arasında, valsın adımlarıyla sarhoş, sadece seni istiyorum. Aklımda sen, ruhumda sözcüklerin, çekinik bir söylemin antresindeyim… Şimdi söyle cancağızım, ben neden böyleyim…


sokulup birbirimize
o eski meydanda
tam da orta yerinde
susturup sözcükleri
yüreğimizin tınısında
aynı kulaklıktan “caruso”
ölümü aklımıza getirmeden
yaşadığımız kadarıyla
en doyumsuza doyarcasına
yaşamı avucumuzda ısıtıp yudumlarken
sımsıkı sarılıp da meydanın orta yerinde
bir tanrının yüreğinden düşer gibi yeryüzüne
seni seviyorum cancağızım dercesine
bir meydanın orta yerinde…


Katıksız tümcelerden dolunay çizip sarılıyoruz gölgesinin vurduğu yerde sevdaya. Sayfaları aşıyor kilometreler, bir dokunuşunla ağlıyor ayrık zamanlar. Düşlerden şatomuzu yaparken sen, gözlerime okuyorsun bin bir geceyi. Yazmalı şimdi yeniden bu masalı, an sen, yaşam sen, aşk sen… Ruhumuzun renkleriyle boyadığımız düşler günahsızdır, aşk akarken nehirlerden. Sen aydede düşlerimin gerçeği şimdi söyle cancağızım, ben seni seviyor muyum?


………………………../ bir hayal dünyasında uzak gecelerin, enginliğin tadını bulurken dudaklarında…


RENGİN ALACAATLI


………………………../ titreyen sesinde kayboluyor zaman, bu kez fısıltıyla oku… Çevirip başımı gökyüzüne bir yıldız tutuyorum en parlağından. Şimdi cancağızım, geceyi koyup yastık altımıza aydede düşlerine dalalım içimizdeki çocukla. Sabah uyandığımızda günaydın canım derken yüreğimizde düşlerimizin rengi olsun.




YÜZÜ YAĞMURA GÖMÜLÜ DÜŞÜM / Şükrü Erbaş




Yüzü Yağmura Gömülü Düşüm

Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor
Akşamın incelen sularına
Susuşun yıkıyor beni en zayıf yerimden
Bilmez miyim içindeki kederi
Yüzü yağmura gömülü düşüm
Böyle buğulu camlarda dalgın
Gözlerin iklimini yitirmiş iki bulut
Bulanıp durur bir uzak rüzgarla
Aykırı mevsimler içinde
Saçların saklar omuzlarındaki yükü...

Dönsen ve öpsem incitmeden
Alının gücenik ülkesini
Benim ömrümsün sen, onurum, geleceğim...
Gitmek hangi acıyı onarır ki
Bilmez misin çare değil üzüntü.


Şükrü Erbaş

MADJO "LEAVING MY HEART"





2 Eki 2011

Suzinak / A.Hicri İzgören





aşksız geçen günleri düşmeli ömürlerden
akşamın buğulu yorğunluğunda
gözlerinin ormanındayım yine
bir suzinak şarkıya kurulmuş bütün saatler
günlerdir peşim sıra susmak bilmiyor
ertelenmiş hüzünler dolaşıyor ayaklarıma
kanatlanıp uçuyor bütün sevinçler

bu şehrin en tenha yeri kalbimdir şimdi
en güzel yeri çiçekçileri
bir demet nergiz aldım sana
getiremedim bugün newroz'du,
oturdum hevalno'yu dinledim
tenimde bir ateş yandı günboyu

biliyorum seni sevmek yeni yalnızlıklardır
uzayıp giden bir çığlık, ince bir sızıdır
yoksa ömrünce borçlu kalırım aşka
seviyorum, seviyorum başka seçeneğim yok
yedeğimde yeni acılarım var, öderim diyetini
yeni yazgılar bulurum belki, şiirlere vururum kendimi
başımı kitaplara yaslarım
toplarım şarkılardan yasadışı aşkları sürerim alanlara

seviyorum başka seçeneğim yok
yeter sınama beni.





.

SEVİŞ KARASI BİR DEFTERDEN - Orhan Alkaya





3. yıl; hâlâ

yüzünüz gün ışığına küskün bir serçe yavrusu kadar kimsesizdir. bunu anladığımda sizi tanımıyordum bile; ansızın çıktınız karşıma. öyle kararlı bir sessizliğiniz vardı ki, ürkekliğinize bile dokunamadım hoyrat bulup ellerimi.

boynunuzdaki ve dilinizdeki ben, gözlerinizin kuşatılmış sabah okyanusu parlayışı ve çocuk dağınıklığı ayaklarınızın uzaklığım oluyor her özleyişimde sizi.

hayır! gerçek olabileceğinize inanmadım hiç. en beyaz o gecede bile lanetli bir korkuyla kapattım gözlerimi.

dudaklarınız, yalnız dudaklarınızdı belki kudurgan bir sevinçle boğulayazdığım o an.

sizi sevmek için büyüttüğümü söyleyemem kalbimi. ne sizde var buna inanacak
genç kız coşkusu;
ne de ben yağmurlardan kaçacak kadar yitirilmiş bulutlarıma yerinmedeyim.

vedalaşmak sizinle ve sonsuza doğru vedalaşmak istiyorum.
bir başka uyumun cehenneminde, dilime amansız yakışan sözcüklerle

yalnızım; çünkü siz varsınız!

EZEL / Birhan Keskin




gitmek mi yitmektir kalmak mı artık bilmiyorum
yerini yadırgayan eşyalar gibiydim ya ben hep
ve inançlı, gitmenin bir şeyi değiştirmediğine.
bilemem, belki bu yüzden
ben sana yanlış bir yerden edilmiş
bir büyük yemin gibiydim.
beni hep aynı yerimden yaralayan o eve
yine de döneyim döneyim istedim.
ah benim sesimle
söylesem de, inanmazlar
benzemiyor çünkü bir dile.
döndüğüm, döndüğüm ama döndüğüm
döndüğüm bu sema sensin. döndüğüm.
sen benim kara ömrüme vuran
suyumu harelendiren sevincimdin.
onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin.
titreme daha fazla kalbim.
bağışla kendini artık onu da
bırak gitsin.
o senin en ezel gününden kaderin
sen onu nasılsa bin kere daha
seveceksin.

9 Eyl 2011

AŞKOLSUN ÇARPIŞMA! / Rengin Alacaatlı






Eskiliğin müstesna kokusu sinmiş şehrin Eylül renklerinde bir gün, ağaçlı yolun karşısındaki küçük ve şirin bir pastanede kalabalığın orta yerinde zamanın muzip yanına karşı koyamayan bir kadın ve bir erkek, çekim gücü yasasına boyun eğmekte ve bakışlarının buluştuğu noktada birbirlerine bakmaktadırlar. Her ikisi de akıllarından geçen düşüncelere şaşkınlıkla engel olmaya çalışsalar da bazen karşı konulmaz girdaba kapılmanın, olacak olanın yaşanması yasasının gereği olduğunu bilmemekteydiler.

Adam uzun bir süre gözlerini kadının gözlerinden ayırmadan bakıyordu, kaçmak, bakışlarını kaçırmak istemesine rağmen öyle derin bakıyordu ki başını çeviremiyordu bir türlü. Demir sandalyeye yan oturmuş, bacak bacak üstüne atmış kadın, erkeğin bakışlarını üzerinde hissetse de yine de onu inceliyordu. Ne güzel bacakları diye geçirdi içinden adam ve bir an utandı. Biliyordu ki kadın onu izliyor, nereye baktığını, ne yaptığını, aklından ne geçtiğini düşünüyordu…

“Bacaklarına baktığımı fark etti, biliyorum. Sandalyede arkaya dönüp kime bakıyor şimdi? Hareketinden dolayı biraz daha açılıyor eteği, baştan çıkaracak kadar çokgüzel” diye düşünceleri onu sürekli meşgul ediyordu. Kalkıp bir bahane ile masasına gitmek istedi ama ne bahane bulacaktı. Çakmak istese elinde çakmağının olduğunu fark etti. Ya da sizi bir yerden tanıyorum ama nerden dese biraz uygunsuz olacaktı. Düşüncelerine hız vermeye çalışırken kadının garsonu çağırdığını fark etti. Kadın şimdi giderse onu bir daha görememe korkusu içine düşen adam yerinden kalktı ve hafif bir öksürük ile sesini ayarladı. Sanki önceden kurgulanmış gibi kendinden emin bir tavırla kadının masasına doğru yürüdü. “Merhaba” diyerek izin bile istemeden sandalyeyi çekip masaya oturdu. Bu girişim karşısında şaşıran kadının dudaklarından ürkek bir merhaba çıktı.

- Nasılsınız, beni tanıdınız değil mi?

- Özür dilerim, hatırlayamadım.

- Sizinle promosyon fuarında tanışmıştık, hatırladınız değil mi?

- Tam olarak hatırlayamadım pardon. Ben pek fuarlara katılmam ortam olarak sevmiyorum da. Siz de mi reklam işindesiniz belki başka bir yerden hatırlıyorsunuzdur.

- Hayır, ben turizm sektöründe çalışıyorum satın alma müdürüyüm. Sizde mi dediğinize göre siz reklam sektöründesiniz.

- Evet, reklam tanıtım ve organizasyon şirketim var, adım Rüya, merhaba.

- Merhaba Rüya Hanım ben Hayal, Hayal Gerçek…

Kadının uzattığı elini dudaklarına götürüp çok eskilerden kalan bir temas ile selamladı tanışmayı adam. Bundan sonrası artık ikisinin yer aldığı zamanlarda kesişen ve kesişecek yollarında zaman denilen olgunun bütünselliğine ulaşacak adım taşları olacaktı.

“İsmi Hayalmiş bu bir benzeşme mi, yoksa…” diye içinden geçiren kadının dudaklarında muzip bir gülümseme oluştu. Dudaklarının kıvrımı gözünden kaçmayan adam şimdi kadının dudaklarından gözünü ayıramıyordu. Aklı karışmış, fırtınaya kapılan tekne gibi yalpalıyordu.

- Hayal dediniz değil mi yanlış duymadım.

- Evet, Reyhan Hanım doğru söylediniz, ismim Hayal. Of... Çok özür dilerim Rüya Hanım, gerçekten çok özür...

Birden kadın için her şey dondu; zaman, zamansızlıkta kaldı. O sihirli sözcük dökülmüştü adamın dudaklarından, ona Reyhan diye hitap etmişti. Bu bir benzeşme değil, aslının ta kendisiydi. Adı Hayaldi ve gerçekti. Karşısında oturuyor ve gözlerini ondan alamıyordu. Tesadüf denilen olgunun karmaşasında her şey yerini bulurken zaman çizgisinde an, sihir oluyordu.


- Eeee Hayal Bey, bakın, yani... Şimdi size... Nasıl başlayacağımı bilemiyorum... Deli olduğumu sanabilirsiniz... Şimdi Hayal Bey…

Yerinde biraz doğruldu, dirseklerini masaya dayayıp ellerini çenesinin altında birleştirerek adamın gözlerinin derinine bakarak konuşmaya çalıştı.

- Şeyy... Sanırım yapamayacağım anlatsam da anlayamayacaksınız. En iyisi aklınızın bir köşesinde Reyhan olarak kalayım belki bir zaman bana yine bu isimle hitap edip aslında geçmişinizde ve geleceğinizde, zamanın olmadığı zamansızlıkta ben olduğumu hatırlarsınız...

Adam aynı şekilde bakıyordu gözlerinin içine, elleri çenesinin altında, gülümsüyordu. Gözlerinden cesaret alıp “Ne dersiniz şöyle biraz yürüyelim mi? Sonra oturur bir yerde bir iki kadeh bir şeyler içeriz. Pardon bilemiyorum tabi... Zaman sorunu ya da sakıncası yoksa yani sizin için sakıncası yoksa... Sizin için...” diye soruverdi, buna kendisi bile şaşırmıştı. Şimdi kadın terslese, onu tamamen kaybedebilirdi. Ama o içi gülen, derin bakan gözleri vardı ya söylemişti bir kere.

Kadının yanakları pembeleşti, birden kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. Karşıdan fark edilecek diye utanıyor, utandıkça daha çok kızarıyordu. “İşim yok aslında ama bilemiyorum doğru olur mu? ” deyiverdi. Bir an bu söylediğine kendi de güldü çünkü o 'an' için doğru olan bu 'an' için saçmaydı. Tekrar adamın gözlerine baktı, taa derinine, usul bir peki çıktı ağzından...

Adam elini uzatıp kadının elini tuttu ve masadan kalktılar. Heyecanları ayaklarının yere sağlam basmasını engelliyordu. Dışarı çıktılar, karşıya geçerken kolundan tuttu kadının, koluna girer gibi. Ve ağaçlarla çevrili geniş yoldan yan yana parkın içine doğru yürümeye başladılar.
- Aşağıdaki antik çağlardan kalma plajı bilir misiniz Rüya Hanım? Onun hoş bir restorandı var, güzel yerdir ve bu saatte kimseler olmaz... Uygun mudur sizin için? Arzu ederseniz eski sokakta bir yere de gidebiliriz.

- Seçimi size bırakıyorum Hayal Bey.

- Teşekkür ederim. O zaman hemen buradan eski sokağın içine girelim isterseniz... Daha doğal bir ortam olur, bol ağaçlı, gölgeli ve restore edilmiş evleriyle sevdiğim bir mekândır... Buyurun lütfen, bu taraftan...


Eski sokağın Arnavut taşı döşeli kaldırımında bir süre sessiz adımlarla yürüdüler. Belki havadan sudan konuşsalar da derinlere inme hazırlığında iki denizci gibi sessizliği giyiniyorlardı. Eski fakat bakımlı bir evin bahçe kapısında durdular. Kapıda “Kule Pansiyon-Restaurant-Cafe” yazan bir tabela vardı. Başlarını kaldırıp bir süre baktılar tabelaya, “Kule”…

Bahçe bol ağaçlıydı, ortada küçük fıskiyeli bir havuz ve arada suni suyolları vardı. Havuzun çevresi rengârenk çiçeklerle çevrilmişti. Adam, denizi ve yat limanını önüne alan meydanı gören terasta ön masalardan birine doğru yürüdü ve kollarını iki yana açarak manzarayı kucakladı ve kadına dönerek gel dercesine elini uzattı. Havuzun yanında bekleyen kadın onu izlerken gülümsüyordu, çağrısına hayır diyemezdi ama içinden geçen birçok soruyla da baş etmek zor oluyordu. “Ya beni yanlış anlarsa ne yaparım, ilk tanışmamızda yemek teklifini kabul eden bir kadın of Allah’ım yardım et bana. Eğer bu anı yakalamamış olsaydım yıllarca bekleyecektim onu ama bunu nasıl açıklayacağım.” Karmakarışıktı.

- Daha önce buraya hiç gelmemiştim, çok güzel bir yermiş.

- Haklısınız, bu manzara beni çok etkiler, büyü gibi. Ne içmek arzu edersiniz Rüya Hanım?

- Dömi sek beyaz şarap olabilir, siz ne dersiniz?


Garson siparişleri aldıktan sonra ayrıldı yanlarından. Nefis yat limanı manzarasına dalan gözleri kaçamak bakışlarla birbirlerini incelerlerken dışarıdaki tabelada pansiyon yazması adamı tedirgin etmişti biraz “acaba antik plaja mı gitseydik” diye düşünürken manzara ile bütünleşen kadının güzelliği karşısında “of çok güzel” çıkıverdi ağzından.

- Bu manzara insanı alıp götürüyor değil mi? Şiir sever misiniz Hayal Bey?

- Tamamen amatörce Rüya Hanım.


O sırada garson içkilerini getirdi, adam garsona göz işaretiyle içki servisini kendisinin yapmak istediğini belirtti. Adam kadehleri doldurdu ve kadına uzattı. İşte o an, tam da o an gözleri gözlerinin içine girdi... Fonda şehrin büyülü manzarası ve uzaktan gelen eski bir şarkının ezgilerinde sözleri buluşuyordu bugünleriyle.

- Sağlığınıza... Dediğim gibi Rüya Hanım, amatörce. Yazıp yazıp koyuyorum bir yerlere, özenle saklamıyorum yani. Duygu yoğunluğuma bağlı şiir yazabilmem. Ama... Sanırım... Mesela...


Adam önündeki peçeteye bir şeyler yazıp kadına uzattı. Peçetenin dağıttığı mürekkep renginin arasından şiiri okumaya çalışırken kadın, gülümseyerek onu izliyordu adam.

- Dedim ya duygu yoğunluğuna bağlı şiir yazabilmem...


Peçete ellerinin arasında titrerken gülümsemesi dolulaşan gözlerine karışıyor, yutkunmakta zorlanıyordu.

Birazdan bir yaprak düşecek serçe kanadından,
Tam üstüne masamızın, arasına ikimizin...
Bir akşam rüzgarına tutsak olacak terleri, ellerimizin
Birazdan bir yaprak düşecek, Akdeniz akşamından
Ne söylediğini o anlayacak bizden önce gözlerimizin....


- Uzun zaman oldu şiir yazmayalı Hayal Bey ve üstelik şiir benim hayatım iken ama bu şiirinizi saklayacağım belki, kim bilir bir zaman size yanıt yazma olanağım olur.



“Birazdan bir yaprak düşecek, Akdeniz akşamından / Ne söylediğini o anlayacak bizden önce gözlerimizin.”… Ahhh sevdiğim bir bilsen sana neler söylemek istediğimi ama nasıl anlatabilirim ki… Birazdan yağmur boşalacak / Yarınlarımıza ait rüzgarlarla / Sırılsıklam ıslanarak yürüyeceğiz aşka… Elbette bunları söyleyemedi kadın sadece gülümsemesine karışan bir damla gözyaşından anlayabileceğini umdu adamın.

- Haydi, Rüya Hanım, tanışmamızın şerefine... Ne güzel oldu... Ve bu akşamüstü çok güzel... Ve siz çok güzelsiniz…

- Tanışmamıza ve güzel günlere Hayal Bey.

- Güzel günlere Rüya Hanım.


Kadehlerini kaldırırken elleri değdi birbirine. Gözlerini, dudaklarını, saçlarını, tenini inceleyen adam, kadının gözlerinin içi gülerken dudaklarının titrediğini fark etti. Tam elini uzatıp dudaklarına dokunacaktı ki o an masanın üstüne bir küçük yaprak düşüverdi, bir narenciye ağacı yaprağı. Aynı anda başlarını yukarı kaldırıp serçe aradılar… Kıkırdayarak gözlerinde buluştular yeniden.

- Hayal Bey, size yıllar sonra yeniden karşılaşacağımızı söylesem bana inanır mısınız?

- Belki yıllar öncesinde de karşılaştık bir yerlerde ve bugün o gün yapılan karşılıklı çağrının sonucudur Rüya Hanım...

Aslında akıllarından geçen şeyler çok farklı olmasına rağmen mantıklı konuşmaya çabalıyorlardı. Adam, kadını ilk gördüğü pastanede oturuşundaki cazibeyi ve bacaklarını aklından çıkaramazken; kadın, adamın arzuyla kızaran dudaklarından gözlerini alamıyordu.

- Belki de haklısınız çok daha önceleri bir yerlerde, kim bilir? Yaşamı sorguladığım çoğu zamanlarda tesadüf denilen şeyin aslında bir zaman yolculuğundaki duraklar olduğunu düşünürüm. Eğer o durakta dikkatle etrafımıza bakarsak yaşamımızdan bir izi mutlaka göreceğizdir.

- Evet, Rüya Hanım haklısınız. Zaman, ayarsız saatler gibidir... Nerede ve nasıl çalışacağı bilinmiyor. Ama bir yerde kurulduğu kesin... Bir yerde ve bir zaman... Ama bugün değil…


“Ama bugün değil…” Biraz buruk gülümsemeye çalışsa da bu cümle kadının beyninde dalga dalga yankılandı. Bakışlarını denize çevirip uzaklara daldı.

“Geçmişi olmalı, bir gün, bir yerlerde mutlaka yoksa bir günde, 1 saatte bu duygular bu hale gelebilir mi” diye geçirdi aklından adam. Kadının gözleri hala uzaklardaydı. Onun neler düşündüğünü asla bilemezdi. Bulmaya çalıştı ama kendi düşünceleri bile onu şaşkınlığa uğratırken bu imkansızdı. “Acaba aynı yere mi bakıyoruz” sorusu takıldı bu kez aklına. Kadının dudakları, gözleri ve derin bakışları aklını karıştırıyordu. “Of bilemiyorum, keşke daha yalnız olabilseydik şu an ne yapardım. Ya da iki veya üçüncü buluşmamız olsaydı... Nasıl uyandı bu arzu böyle birden bire... Bacakları gitmiyor gözümün önünden... Nasıl davranacağımı bilemiyorum... Off... “

Küçük bir kuşun kanat sesiyle aynı anda başlarını yukarı çevirdiler. Bakışlarının buluştuğu noktada minik bir kuş gülümseyerek bakıyordu adeta. Kuş onlara göz mü kırpmıştı yoksa onlara mı öyle gelmişti bilinmez. Kanat çırparak masalarına yaklaştı ve yavaşça kadının avuçlarına kondu. O zaman fark ettiler gagasında taşıdığı minik notu. Kadın heyecanla notu alıp açtı. Adam notu okumak için kadına yaklaştığında, omuzları değdi birbirine. Akdeniz’in meltemine kapılan saçları yanaklarına değdi adamın, kokusunu içine çekti doyasıya, yıllardır beklediği kokuyu. Sessizce notu okudular birlikte, bir daha, bir daha, bir daha… Başlarını çevirip aynı anda gözleri ve dudakları değdi birbirine, titrediler…

Dudakları nasıl oldu da buluşmuştu bir anda, ne önemi vardı bunun, an şimdiydi... Kadının yüzünü ellerinin arasına alıp yanağına düşen saçları düzeltti adam gülümseyerek. Masadan kalktı ve “gel benimle” diyerek ellerinden tuttu onun. Koşarcasına gittikleri yolda nereye gittiklerini sormadı bile kadın çünkü biliyordu, üstelik kule ve meydan şahitti… Az sonra tüm meydan smokinlerini giyecek ve aşk sarhoşu iki yüreğe yer açacaktı.



……

Koşarcasına... Bugüne doğru mu? Yoksa bugün, keşke o gün olsaydı dedikleri yere mi?

Yıllar geçti o günden, koşarcasına uzaklaştıkları yerden bugüne değin. Çünkü kuşun gagasında yazılıydı kaderleri isimlerinin gerçekliğinde. Zamanın kesiştiği yollarında zamansızlıkta buldular birbirlerini, bir çarpışma anında. Belki şimdi siz bu öyküyü okurken onlar dizeleri karıştırıp şiir olarak gelecekler karşınıza. Hayal mi rüya mı bilmeden siz…


Renklerini nasıl da saklamışsın aşkolsun, dalgalarının köpüklerinde
Cemreleri düşürüp kulaçlamışsın benliğimi gözlerinden içimdeki denizlere
Gelişi uzak zamanlara kalmış hayal, beklerken ıssız sahillerinde
Cenandan renkli dizeler yansımış ufukta bekleyen rüya bulutlarına
Sen reyhan gibi esiyormuşsun oysa rüzgarı takıp kanadına
Sevda taşıyor bak avuçlarından, uçuşan kelebekler gibi gülümse
Yorgunluğunu ayılmaz sarhoş yapıp, keşke saklanmasaydın arkasına
Sen ayazda kalmış geçmişinle akıyordun bana izini sürerken bilmiyorsun
Şimdi nasıl baharların içinde olurduk, bütün karlar erimiş anlıyor musun
Kristallerinde saklarken umut tomurcuklarını zaman yolculuğunun bir yerinde
Tutkunun gücünden korkan firari bir güneş, bütün sıcaklığını vermiş ikimize
Aşk zamansız masallar olsa korkusuz kahramanların yüreğinde, kime ne
Kıskaç gerçeğinin içinde hayal ile rüya, çarpışma anı değer bir ömre

1 Eyl 2011

EYLUL / Haydar Ergülen



Kadın gider ve bunun şiir olduğu söylenir
kadın gider ve bir şair doğar bundan
(Ben hangi kadından şair olduğumu bilirim)
“Yazın bittiği her yerde söylenir”se
kadının gittiği de her yerde söylenir
kadın gittiği her yerde şiir diye söylenir:
Kadının gittiği yazın bittiğidir, her yerde
yaz biter kadın giderse, bunun sonu şiirdir,
yazın sonu şiirdir, şiirdir aşkın sonu…
Şehir her semtiyle yazın peşine düşse
yaz uzar bundan ve aşklar da nasiplenir,
yazın peşinde şehir, kadının peşinde şiir
eylülün semtine kadar böyle gidilir
bir gecede gittimdi hazirandan eylüle
eylül yazdan terk edilmişti, şiirse haziranda
kadın tarafından terk edildi o söylenceye:
Bütün oğullar anneyi bir şiire terk eder!
O kadın beni terk ederse şair olurum
oğul olduğum kadın sakın beni terk etme,
şiirdir söylenir, yazdır biter, kadındır gider

Bütün kadınlar şiiri bir kadına terk eder!





Haydar Ergülen